Her Yönüyle C
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Her Yönüyle C

Hepsi Burada
 
AnasayfaAnasayfa  PortalliPortalli  GaleriGaleri  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 HİKAYELER

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:12 am

BESMELENİN HİKMETİ
Bir zamanlar İstanbul'un Fatih semtinde Berber Ali isminde mütevazı bir amca
yasardı. Çocukları çok seven Ali Amca bu körpecik fidanlara elinden geldiğince,dilinin döndüğünce iman hakikatleri hakkında bilgiler verir hikayeler anlatırdı.
Yaz tatili gelip, okullar kapanınca Ali Amcanın dükkânının önü çocuklarla
dolardı.Ali Amca bir taraftan müsterilerinin trasını yaparken, bir taraftanda da gözucuyla, "torunlarım" dediği çocukların oyunlarını izlerdi.
Temmuz ayının sıcakları kendini göstermeye basladığında çocuklar sık sık
evlerine su içmeye giderler ve sıcaktan etkilenmemeleri için anneleri uzun bir süre çocuklarınısokağa yollamazlardı.
Çocukların içinde yaramaz olduğu kadar bir o kadar zeki olan Demet isminde bir
çocuk vardı.
Demet yine çok susamıs, dili damağı kurumustu. Eve gidip su içse annesi sokağa
yollamayacak, arkadaslarından ve oyunlardan mahrum kalacaktı.
Hemen aklına Ali Amca geldi ve onun dükkânından su içmeyi düsündü.
Demet, Ali Amcanın berber dükkânına gitti ve utangaç bir ifadeyle:
— Sey ... Biraz su içebilir miyim, diye izin istedi. Ali Amca:
— İçebilirsin, ama bir sartım var, dedi. Demet, sartının ne olduğunu sordu.
— Su içmeden önce Bismillah, içtikten sonra sükür Allah diyeceksin, dedi Ali
Amca.
Demet:
— Bundan kolay ne var, deyip suyu içti. Tabiî basta Bismillah, sonunda da sükür Allah demeyi unutmadı.
Artık mahallenin çocukları eve gitme zahmetine katlanmıyor, Ali Amcanın
dükkânından su içiyorlardı.
Ali Amca dükkânından kapının önüne bir musluk bağlatmıs ve su içen çocukları
takip altına almıstı. Sartına uymayanlara:
— Bir daha su içirmem bak, Besmeleyi ve sükretmeyi unutmayın, diyordu.
Çocuklar bu sarta o kadar alısmıslardı ki, artık evlerinde su içmeden önce
mutlaka "Bismillah", içtikten sonra da "Sükür Allah" diyorlardı.
Demet'in babası her aksam olduğu gibi, aksam yemeğinde içki içiyordu. Babası
yudumlamak için kadehi kaldırmıstı ki, Demet hemen atıldı:
— Baba dur bir dakika, Bismillah demeden içme.
Babası her ne kadar:
— Kızım, bu zıkkımı içerken Besmele söylenmez, dese de, Demet ısrarla babasına,Bismillah demesinin gerektiğini anlatıyordu.
Artık her aksam bu hadise devam edince Demet'in babası evde içki içmekten utanır hâle gelmisti.Utancından evde içki içmiyor, içmeye dısarıda devam ediyordu.
Aradan bir süre geçti. Ali Amca bir gün müsterisini tras ediyordu. İçeriye
basörtülü bir kadın girdi.
— Ali Amca, dedi. Sana tesekkür etmeye geldim.
Trası bırakıp kadına döndü. Sasırmıstı. Bu kadın niçin tesekkür ediyordu?
— Anlamadım, dedi. Ben ne yaptım ki?
— Esimi kurtardınız, dedi kadın.
Meğer Demet'in babası, dısarıda bile içki içmeyi bırakmıs ve namaza baslamıs.
Yıllardır esinin içkiyi bırakması için yalvaran, gözyasıyla dualar eden kadın,
onun namaza basladığını görünce sevincinden ne yapacağını sasırmıs.
Bunları dinleyince basını önüne eğip duygulanan Ali Amca, iyi niyetle yapılan
küçük bir hizmetin bile ne büyük bir netice verdiğini görmüstü.

— Sükürler olsun Rabbim, dedi. Ben sadece su ikram etmek istemistim. Ama Sen,
muhtaç bir kuluna, ebedî saadetin yolu olan hidâyeti ihsan ettin.



YA GÖRUYORSUNUZ ARKADASLAR BİR ÇOÇUGA YAPILAN YARDIMIN NELER GETIRDIGINI.BOYLE VESİLELER NASIP EDER ALLAH BIZE İNŞALLAH

EMEĞE SAYGI TEŞEKKÜRE DEVAM:affraid:


En son tarafından Paz Kas. 11, 2007 5:02 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:27 am

Bazen insanları hafife almak için "Çocuk gibisin,Çocuk gibi davranıyorsun" denir ya.
Bu hikayeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan.
Babası İspanya"nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın.
Fırsat bulduğu her haftasonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapisaneye giderdi.
Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.
Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...Çok üzülmüştü küçük kız...
Babasına söyledi bunu,o da "üzülme kızım,yine çizersin;bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi.
Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.
Babası keyifle resme baktı ve sordu:"Hmmm!Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?
Küçük kız babasına eğilerek,sessizce:"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!....."

her insanın içinde mutlaka bi çocuk vardır ve iyikide var, umarım içimizdeki çocuk hic büyümez HİKAYELER P_1194553565emeğe saygıyı geçmeyelim.kene bu arada konuyu sadece hikayeler dıye degstrsek ama yıne ıslam ve ahlak ıcınde olsun olur demı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:29 am

İpin Hesabı


Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal,
-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş.

Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar.
-O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman,demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?

Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alıncak şey değildir.


gercekten cok buyuk bır sınavdan geciyoruz ALLAH hepimize kolaylıklar versin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:40 am

Gönül Penceresinden


Muhammedî aşka tutulan bir hrıstiyan"ADSIZ DEDE"

Yaradan onu insan diye yaratmış. Sana sorarım, tuvaletsiz ev olur mu? Tuvalet diye geçme. Varsın bazı insanlar, eğri olsunlar. Onlardan tuvalet yapalım. Bazıları da tuvalet hükmünde bulunsunlar, onlarla da hacetimizi giderelim.

Ona çarşıda, sokakta arada bir rastlardım. Yaşlı hali, zayıf vücudu, kambur sırtı; yan yan yürüyüşü; dökülmüş elbiseleri, şişik cepleri dikkatimi çekerdi. Kimdir? Nerden gelmişti? Bu şehrin, bu bölgenin insanına benzemiyordu.
Sürekli yürürdü. Onu dururken, otururken hiç görmedim. Yaşı seksenin üzerinde gösteriyordu. Ne zaman gördümse, ceketinin kollarıyla burnunu çekiyordu. Kışta, soğukta nerede barınıyordu? Ne yiyip içiyordu? Hastalanmıyor muydu? Kimdi bu adam?
Bir gün arkadaşımın dükkanında otururken bir gölge gibi kapıdan içeri süzülüverdi. Titrek ve boğuk bir sesle selam verdi. Sesini o zaman duydum. Bir şeyler söyledi; önce pek iyi anlayamadım; yorgun bir hali vardı. Konuşurken nefes darlığı çekiyordu. Nefesi adeta içine doğru kayıyordu.
Bir şeyler sormak, onunla konuşmak istedim ve yanına yaklaştım. Sorularıma cevap vermedi. Hızla döndü ve dükkandan dışarı çıktı. Arkadaşlar az konuştuğundan söz ettiler. Arada bir dükkana gelirmiş. Para istemez, verilirse yalnızca bir ekmek parası alır, gerisini kabul etmezmiş.
Son zamanlarda neredeyse her gün çarşıda, pazarda onunla karşılaşır oldum. Her görüşümde yanına yaklaşır ve selam verirdim. Selamımı alırken durur, başını kaldırır, sonra yine başını yere eğer ve öylece yürürdü. Nereye gider? Kime gider? Adresi olmayan için zamanın önemi var mıdır? Gidecek yeriniz yoksa her yol sizi kendinize götürür. Yoksa adını dahi bilmediğim bu adam, hep kendine mi gidiyor?
Ramazan yorgunluğu üzerimde. Halsiz, bitkin bir durumda evimin bulunduğu apartmanın önüne gelmiştim. Tam giriş kapısına yaklaştım ki, o adamı karşımda gördüm. Kamburuyla birlikte başını kaldırarak, yan yan bana bakıyordu. Çok içten bir selam verdim. "Ve aleykümselam ve Rahmetullah…." diye mukabele etti.
–"Amca Hayrola! Bu saatte nereye böyle?"
–"Aşığın yönü sorulmaz!" demez mi?
–"Peki ama" dedim, "iftara on dakika var, iftarı nerede yapacaksın" Oruç tutup tutamadığını soramıyordum.
Yırtık ayakkabısının burnuyla toprağı eşer gibi yaparak;
–"Rızkı veren Allah'tır! Verir, verir; rızkımı verir. Ondan şüphem yok" dedi.
Sanki biri vücuduma uyuşturucu bir şey şırınga etmiş gibi, uyuşuyordum. Gözlerim ateşleniyor ve yaşarıyordu. Haline acıyordum. Mütevekkil hali beni çok duygulandırıyordu. İki elim yiyecek poşetleriyle doluydu. Hala neleri eksik aldım düşüncesindeydim. Hayatta ilk defa ellerimdekilerden, hatta ellerimden utanıyordum. O ise, belki de ellerine yiyecek alıp, evine hiç gitmemişti.
–"Haydi" dedim. "Eve çıkıyoruz; iftarı bu akşam birlikte yapacağız."
–"Gördün mü?" dedi. "Daha bir dakika bile geçmeden, Rabbim imdadıma yetişti!"
Evin ziline bastım, çocuklar kapıyı açtılar. Çocuklarla pamuk dedeyi (bu adı ben taktım) tanıştırdım. Onlarda sevindi.
İftar sofrasına oturduk. Ezan okunmaya başladı.
–"Buyur" dedim.
Sudan bir yudum alarak orucunu bozdu. Sonra yavan ekmekten bir parça alarak ağzına götürdü. Önündeki çorbaya kaşık salacağını beklerken, bunu yapmadı. Yavan ekmek yemeye devam etti. Müdahale ettim.
–"Hayır! Bana karışma!" dedi. Israr edince de;
–"Evlat! Ben kırk yıldır kuru ekmekten başka bir şey yemedim. Benim hayat orucumu sen mi bozduracaksın?" demez mi? Öylece ona bakakaldım. Sonra gözlerim yemek masasına kaydı. Neler yok ki masada? İlk defa masada çok çeşit yemek olduğu için yerin dibine geçmek istedim. Titrek bir sesle yalvarırcasına sordum:
–"Amca! Ne olur söyler misin, kimsin, nerelisin?"
Dökülmüş dişleriyle yavan ekmeği ağzından geveleye geveleye;
–"Ne yapacaksın kimliğimi? Bir insan işte…" dedi.
Yemek yemeyi bıraktı. Sağ elimi, sol dizine koyup yalvardım:
–"Amca! Ne olur bir şeyler söyle. Sana baktıkça, gönül dünyamın kabardığını hissediyorum. Ne olur himmet et." Kirpiklerini yumar gibi yaptı. Yüzüne sanki yılların hüznü inmiş gibi, ama mütebbessim bir çehreyle;
–"Peki" dedi. "Sor anlatayım."
Bir anda nereden başlayacağımı kestiremiyordum. Sadece;
–"Nerelisin?" diyebildim. Sandalyeye kamburunu yasladı:
–"Evlat tam kırk yıldır lamekan (mekansız) dolaşıyorum. Aslında ben bir ermeni anne babanın çocuğuyum. Otuzumda Muhammedi aşk içime düştü. Bunu on üç sene saklı tuttum. Fakat sonunda dayanamadım, inancımı açıkladım. Hanımım ve çocuklarım bu durumumu kabullenemediler." Evde yemek servisimizi yapan on iki yaşındaki kızımı göstererek;
–"Aha, bunun gibiydi kızım, ondan ayrıldığımda… Ondan sonra daha ne haber alabildim onlardan, ne bir izlerine rastladım. Acı aşk çile ister, ızdırap ister; kimseye kırgın değilim…." Susuyordu, yarasını fazla deşmek istemedim ve konuyu değiştirdim.
–"Amca! Bana insanı anlatır mısın? İnsan nedir?"
–"Hııııı" diye bir ses çıkardı ve gülümseyerek "Zor sual" dedi. "Ama söyleyeyim: İnsan ormana benzer. Ormandaki düz ağaçlardan ev yaparsın; eğri ağaçlardan da kayık olur değil mi?"
–"Amca, sen hiç kimseyi dışarıda bırakmadın."
–"Yaradan onu insan diye yaratmış. Sana sorarım, tuvaletsiz ev olur mu? Tuvalet diye geçme. Varsın bazı insanlar, eğri olsunlar. Onlardan tuvalet yapalım. Bazıları da tuvalet hükmünde bulunsunlar, onlarla da hacetimizi giderelim."
–"Peki, kadına bakışınız nasıldır?"
–"Kadın mı? Hazreti Adem Hazreti Havva'dan ayrı düşünülebilir mi?"
–"Ama sizin Havva'nız yok." dedim. Gülümseyerek:
–"Sen ona karışma!"
Sertçe sözlerine devam etti.
–"Hani Hazreti Mevlana diyor ya: "Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur. Cahil kişilerde kadına galip gelirler; çünkü onlar pek sert pek kaba kişilerdir. Kaba erkeklerde hayvanlık vasfı üstündür. Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet ise hayvanlık huyu, hayvanlık sıfatıdır."
–"Mevlana'yı biliyorsunuz demek ki?"
–"Yer göğü bilmez mi?"
–"Bilir" dedim. Ama bu soruyu sorduğuma utandım. Devam etti;
–"Toprak yağmuru tanımaz mı?"
–"Tanır."
–"Aşktan suya dönenler, ummanı özlemez mi?"
–"Özler."
–"O Aziz ne diyor bak: (Mevlana'yı kastediyordu.) Ekmek ile etin aslı, mayası topraktır, çamurdur. Bunları az ye de çamur gibi yeryüzüne yapışıp kalma. Acıkınca köpek oluyorsun; kızgın, geçimsiz, kötü huylu, sert; yanına yaklaşılmaz soysuz bir köpek kesiliyorsun. Fakat doyunca da pis bir leş halini alıyorsun; duygusuz, her şeyden habersiz, sanki elsiz, ayaksız, bir duvar oluyorsun. Bu durumda sen Arslanın yanında nasıl koşabilirsin?" Yine konuyu değiştirdim ve başka bir şey sordum.
–"Peygamberimizi çok mu seviyorsun?"
Bir insanın yüzünün şekli hiç değişmeden gözlerinden yağmur gibi yaş aktığını ilk defa gördüm.
–"Evlat! Yaramı deşme. .. O aklıma gelince, aklım yerinden gidiyor. Hangi akıl O'nun sevgisi karşısında ayakta durabilir?" Başı dizlerine doğru düştü ve dakikalarca göz yaşı döktü. Bir ara:
–"Allah uzun ömür versin" dedim.
–"Hıh, doldurduk ömrümüzü. Kırk yıl lamekan (mekansız) ve parasız yaşadım. Rabbime şükür olsun, bana dünyanın ağır yükünü yüklemedi. Bir kuş kadar hafifim. Aha bitti seneler. Ömür dediğin kuş gibi uçtu gitti. Hiçbir dünya malının hesabını yapmıyorum. Umulur ki, kısa zamanda sevgilime kavuşayım."
O akşam onu evde tutamadım. Bütün ısrarlarıma rağmen evden ayrıldı ve karanlığa doğru yürüdü. Aslında "Karanlık" dediğim, benim gördüğümdü. O ise kim bilir hangi "Nur"a doğru adım atıyordu. Ertesi gün ikindi namazında şehrin kenar mahallesindeki caminin musalla taşında bir cenaze vardı. Cemaati azdı. İmama sordum:
–"Kim bu ölü?" diye.
–"Bilmiyorum, bir garip adam" dedi.
Yüzünü açtım. Yüzü o kadar güzel ve mütebbessimdi ki, dün akşamdan çok daha fazla mutlu olduğu yüzünden adeta okunuyordu. Yunus ne güzel demiş:
"Bir garip ölmüş diyeler,
Üç gün sonra duyalar,
Soğuk su ile yuğalar,
Söyle garip bencileyin."


evet ders alınacak bır hıkaye daha hıdayete eren bır adamın yasadılkları emeğe saygı.yazılara devam
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:49 am

Dini HikayeLer


ZEKATI KABUL ETMEDİ


Cüneyd-i Bağdadi yedi yaşında iken, mektepten eve gelince, babasını ağlar gördü.

-Bugün zekât olarak, dayın Sırri Sekâti'ye birkaç gümüş göndermiştim. Almamış.Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının beğenip, almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum , dedi. Cüneyd:

-Babacığım, o parayı veriniz, ben götüreyim deyip, dayısına gitti. Dayısı kim olduğunu sorunca:

-Dayıcığım, ben Cüneyd'im. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri alınız, dedi. Dayısı:

-Almam, deyince, Cüneyd:

-Adalet edip, babama emir eden ve ihsan edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için alınız, deyince Sırri:

-Babana ne emir etti ve bana ne ihsan etti, diye sorunca Cüneyd:

-Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emir etmekle adalet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekât kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsan eyledi. Bu söz dayısının çok hoşuna gitti ve:

-Evladım, gümüşleri kabûl etmeden önce, seni kabûl ettim, dedi. Sırri Sekati hazretleri kapıyı açıp, Cüneyd-i Bağdâdi'yi içeri kabûl etti. Parayı aldı.

Sâ'lebe Zarar Etti

Sa'lebe bin Ebi Hâtib Ensârdan idi. Bedir gazâsında bulunmadı. Bu zât bir gün :

-Yâ Resûlullah! Ordumuza, fakirlere ve muhtaç kişilere yardım etmek için çok mala sahip olmak istiyorum, ne olur duâ buyurun da, zengin olayım. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:

-(Yâ sa'lebe! şimdiki hâlin, zengin olacağın zamanki hâlinden çok daha iyidir. Çok mala sahip olursan, şükrünü edâ etmekte güçlük çekersin .) bu kimse, isteğinde ısrar edince, Peygamber aleyhisselâm duâ buyurdu. O kimse kısa zamanda sürülerle develere, koyunlara ve çeşitli mallara sahip oldu. Bu malların işinin çokluğu yüzünden, gün geçtikçe sohbetleri, cemâatle namazları terk etti.

Zekât verme zamanı gelince Peygamberimiz bir kimseyi bu zâtın yanına gönderip, malının zekâtını vermesini buyurdu. Zekât olarak vereceği malları ayırdı. Fakat, gözüne çok göründü. Bu arada İblis işe karıştı. (Bu malları seninle mi kazandılar ki, veriyorsun) deyip aklını çeldi.

Bunun üzerine zekât için gelen kimseyi oradan kovdu. O da gelip durumu Peygamberimize söyleyince, Peygamberimiz, (Sa'lebe zarar etti) buyurdu.

Aradan çok geçmeden malının yarısını kurtlar yedi, yarısı hastalıktan öldü, derken hiç malı kalmadı ve eski hâlinden daha kötü durumlara düştü. Fakat iş işten geçmişti.

YEŞİL ELBİSE


Yolda karşılastığımızda ezan okunuyordu.
-"Gel seni camiye götureyim" dedim. "Bugün cuma biliyorsun."
-"Sende benim camiye gitmedigimi biliyorsun."dedi.
-"Biliyorum ama sebebini gerçekten merak ediyorum."
-"Ne bileyim,olmuyor işte. Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri cıkar diye endişe ediyorum."dedi.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
-"Herhalde şaka yapıyorsun. Bunun icin cami terk edilir mi?
-"Ciddi söylüyorum. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin."dedi.
Gerçekten de öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri; mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-"Peki" dedim. "Hayatında hiç camiye gitmedin mi?"
-"Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim. Hem o yaşlarda dizlerimin aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum."
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmisti. Daha sonra tokalaşıp ayrıldık. Onunla konuşmamızdan iki ay sonra; kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim. Bahcedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve yine yeşiller vardı üzerinde . Yavasca yanına yaklaştım ve Kısık bir sesle:
"Hani camiye gelmiyecektin ?" dedim
Hiç sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu...

YERİNDEN KIPIRDAMA DİYORLAR


Abbasi hükümdarı Harun Reşit döneminde, adamın biri:
“Ben peygamberim, diye ortaya çıkıp bağırmaya; ona buna buyruklar vermeye başlamış.”
Adamı yaka paça tutup Harun Reşit'in yanına çıkarmışlar.
Harun Reşit kızmış:
“Atın mutfağa, demiş, tutuklayın; yesin içsin yatsın orda. Belki aklı başına gelir.”
Günler, hatfalar geçmiş aradan. Harun Reşit adamı çağırtmış:
“Nasıl demiş, yine eskisi gibi üç günde bir melek görüyor musun? Ben peygamberim diyecek misin?”
Adam:
Hayır demeyeceğim, demiş. Eskiden üç günde bir gördüğüm melekler, bana: ‘Sen peygambersin’ diyorlardı. Şimdi ise her gün karışıma dikiliyorlar: ‘Sakın yerinden kıpırdama’ diyorlar...

YERDEKİ BESMELE


Bişr-i Hafi evliyânın büyüklerinden bir zâttır. Gençliği günah işleri yapmakla geçmişti. Bir gün, yolda sarhoş bir halde giderken, üstünde Besmele yazılı bir kâğıt buldu. İçi sızlayıp yerden aldı. Öptü, çamurlarını silip, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinde duvara astı.

O gece âlim bir zât bir rüyâ gördü. Rüyâda,'' Git, Bişr'e söyle! İsmimi temizlediği gibi onu temizlerim. İsmimi büyük tuttuğu gibi büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığı gibi, onu güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, onun ismini dünyada ve âhirette temiz ve güzel eylerim'' denildi.

Bu rüyâ, üç defa tekrar etti. Rüyâ gören kimse, sabah olunca, Bişr-i Hafi'yi arayıp meyhanede buldu. Mühim haberim var diye içeriden çağırdı. Bişr geldiğinde, gelen zâta dedi ki:

-Kimden haber vereceksin?

-Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim. Bunu duyan Bişr, ağlamaya başladı ve sordu:

-Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak? Rüyâyı sonuna kadar dinleyince arkadaşlarına dönüp şöyle söyledi:

-Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremiyeceksiniz. O zâtın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi.

Sebebini soranlara,''Söz verdiğim zaman yalınayaktım, şimdi giymeğe hayâ ederim'' derdi. Ayakkabı giymediği için kendisine ''Hafi'' (yalınayak)denilmiştir.

YALAN SÖYLEMEYEN ÇOCUK


Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti. Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu. O anda bir ses işitti:

''Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın''! Bu ses, Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu. Eve gelince dama çıktı. Hacıları gördü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı.

-Anneciğim! bana izin ver de Bağdat'a gidip, ilim öğreneyim. Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim.

Annesi de dedi ki:

-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum. Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı. Annesi ağladı. Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı. Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:

-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım. Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme , doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir''. Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına katıldı. Hemedan'ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu. Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda sandıklar yere yıkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başlandı. Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa aldılar. Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi. Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:

-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?

-Üzerimde yanlız 40 altınım var.

Eşkıya inanmamıştı. Bırakıp gitti. İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler.''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler. Bu defa da reisleri sordu:

-Senin üzerinde ne var?

-Hırkamda dikili 40 altınım var.

Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:

-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler. Eşkıya reisi hayretle sordu:

-Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::

-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim. 40 altın için sözümü bozar mıyım? Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı. Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler işlediğini, birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:

-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik.::Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:

-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum. O'na isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmıyacağım. Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki:

-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol!

Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi. Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti. Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı.

YAHUDİYİ KURTARAN ABDEST


İmâm-ı Câ'fer-i sâdık hazretleri, yolda giderken, bir râhibin ibâdethânesini gördü. Aklına, gidip râhibe nasihat edeyim., belki müslüman olur, diye geldi.

İbâdethânenin kapısına geldi. Kapı kapalıydı.Seslendi.Râhib cevap verip, biraz sonra kapıyı açtı. İmâm-ı Câ'fer-i Sâdık içeri girdi ve râhibe sordu:

-Cevap verdiğin zaman, niçin kapıyı açmadın?

-Senin sesini duyunca, kalbime bir heybet geldi Korktum. Kalktım, önce bir abdest aldım. Çünkü Tevrât'ta,bir kimseden yahut bir şeyden korkan, abdest alsın, ona birşey zarar vermez. Ona bir kimse kötülük yapamaz diye okumuştum.

Bunun için kapıyı açmakta biraz geciktim. Câfer-i Sâdık, râhipten bu sözleri duyunca şaşırdı. Ona İslâmı anlattı. Râhibin kalb gözü açıldı, müslüman olmak arzusu çoğaldı ve hemen orada''Kelime-i Şehâdet'' getirerek müslüman oldu.

İşte bu, abdest almanın sebep olduğu bir kurtuluştu. Hem de sonsuz kurtuluş!..

VALİ VE KADIN


Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi. Bir gün vâli, bu bahçeye geldi. Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki:

-Bahçenin kapılarını kapat. Hiç bir kapı açık kalmasın!

Kadın, akıllı ve namuslu idi. Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki:

-Kapıları kapattım. Yanlız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum.

-O, hangi kapıdır?

-Bu kapı, Allahü teâlânın (Basar) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır. Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu.

ŞEYTANIN ÜZÜNTÜSÜ


Evliyânın büyüklerinden birisi, hac zamânında insan kılığına girmiş olan İblis'i Arafat'ta gördü. Zayıflamış ve benzi solmuş, gözü yaşlı ve kamburu çıkmış olarak perişan bir haldeydi.Evliyâ olan zât, İblis'i tanıyıp ona dedi ki:

-Niçin gözün yaşlıdır? kim ağlattı seni?

-Ticâret yapmak fikri olmadan, sırf Allah rızâsı için hac yapmağa gelenlerin, arzularının Allahü teâlâ tarafından kabul edilmesinden korktum. Onun için ağlıyorum.

-Peki seni zayıflatan nedir?

-Hacıları getiren atların inlemeden, kişneyerek gelmelerine üzüldüm. Halbuki benim yoluma gidenleri böyle götürselerdi, sevincim çok artardı.

-Pekâlâ,benzini solduran nedir?

-Müslümanların ibâdetlerine devam etmeleri ve birbirleriyle yardışmalarıdır. Şâyet isyânda yardımlaşsalardı, sevincim ziyâdeleşirdi.

-Seni çökertip, belini büken nedir?

-Kulların, (Yâ Rabbi! senden son nefeste imân-ı kâmil ile ölmemi istiyorum) diye yalvarmasıdır. Halbuki ben onları, kendi işlerini ve ibâdetlerini beğendirip, imânsız gitmeleri için çalışmaktayım. Allaha böyle yalvaranların, benim bu iş için çalıştığımı anlamalarından korkuyorum.

SÜTE SU KATMADI


Hazret-i Ömer, halifeliği sırasında bir gece asayişi kontrol için Medine sokaklarında dolaşıyordu. Gecenin karanlığında önünden geçmekte olduğu bir evden yüksek sesler işitti. Durdu ve dinlenmeye başladı. Bir anne kızına şöyle diyordu:

-Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır!

-Anne, Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi?

-Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nereden haberi olacak, O şimdi yatağında uyuyor.

-Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Herşeyi bilen, gören ve herşeye kâdir olan Allahü teâlâ bizi görüyor, hâlimizi biliyor! Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat herşeyi bilen ve gören Allah'tan nasıl gizlersin?

Hazret-i Ömer, bu kızın güzel ahlâkına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da , o kızı oğlu Âsım'a nikâh etti.

SULTANIN KARŞISINDA İKEN


Birgün İslâm âlimlerinden Ali Dekkak hazretlerine sordular:

-Namazda iken, sinek kovalayan kimse için ne dersiniz?

-Allahü teâlânın huzurundaki edep, Ayaz adındaki bir Türkün, Sultan Mahmud-i Gaznevi'nin yanındakinden az olmamalıdır. Şöyle anlatırlar:

''Ayaz isminde bir genç, bir gün Sultan Mahmud-i Gaznevi'nin resmi hizmetinde bulunurken, aniden ayakkabısının burnunu salladı. Sultan, Ayaz'ın bu haline şaştı. O zamana kadar kendisinden hiçbir zaman edepsizlik görmemişti. Sultan firasetle, Ayaz'ın bir özrü olduğunu anladı.Memurlarından birisine Ayaz'ı takip edip, durumu incelemesini emretti. Sultanın adamı, Ayaz'ı takip etti.Ayaz bir köşeye çekilip, ayakkabısını çıkardı.İçinden bir akrep düştü. Ayaz,ayakkabısıyla akrebi ezerek,''Bugün, bana Sultanın huzurunda edebimi bozdurdun. Bugüne kadar sultanın huzurunda bir edepsizliğim görülmemiştir'' diyordu. Memur, durumu Sultan'a arz etti. Ayaz geri dönünce Sultan:

-Ey Ayaz! Bugün niçin edepsizlik yaptın? Ayağını hareket ettirdin, durdun? dedi. Ayaz özür diler bir eda ile cevap verdi:''Kabahat işlemek hizmetçilerin, kölelerin işindendir.Affetmek ise, sultanların şânındandır''.

-Akrep hikayeniz bize ulaştı, deyince:

-Madem ki, haberiniz oldu anlatayım: Sizin saltanat ni'metlerimize kavuşmuş biriyim .Akrep yedi defa ayağımı soktu, dayandım. Ayağımı oynatmadım. Sekizincisinde takadım kalmadı. Ayağımın ucunu yerden kaldırdım.

Ey kardeşim, iyi dikkat et! Bir sultanın yanında, kölenin, hizmetçinin gösterdiği edebe bak! Bir de makamların en yükseği olan Allahü teâlânın huzurunda ibâdet hâlinde olanların ne edepsizlikler ettiklerini, onlardan ne cüretkâr işler meydana geldiğine bir bak! O zaman, bu ibâdetlerimizden utanmamız gerektiğini hattâ ömür boyu hâyâ sebebi ile başımızı kaldırmamamız lâzım olduğunu anlarsın.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:51 am

SÖZ VERMİŞTİ


Abdullah bin Mübârek hazretleri anlatır: Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince dedim ki:

-Namaz kılarken, bana ilişmiyeceğine dair söz verir misin?

-Veririm. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kıldım. Sonra ateşperest olan o şahsın ibâdet zamanı gelmişti.

-Şimdi sıra ben de, ben ibâdet ederken, bana ilişmiyeceğine söz ver bakalım.

-Olur sana ilişmem... Rahatça ibâdetini yapabilirsin. Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, hemen üzerine atıldım.Sözümde durmadım. Şöyle bir ses duydum (söz verdiğin zaman ahdini yerine getir). Bunun üzerine adama ilişmeden geri çekildim. Sonra adam ibâdetini bitirdiğinde bana sordu:

-Evvela hücum ettin. Sonra niye vazgeçtin?...

-Allah'dan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda :

-(Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir) diyen bir ses, beni o teşebbüsümden alıkoydu. Bundan sonra mecûsi:

-Şimdi inandım ki, asıl ve gerçek ilâh senin Rabbindir. Kendi düşmanı için dostunu bile azarlıyor. İşte huzurunda müslüman oluyorum diyerek kelime-i şehâdet getirdi.

SİZ PEYGAMBER MİSİNİZ?


Emir-ül Mü'minin hazret-i Ali ''radıyallahü anh'' ordusu ile harbe giderken bir konak yerinde su bulamadı. Her ne kadar sağa sola koştular ise de, su bulamadılar. Nihayet uzakta bir kilise görüp yanına vardılar. Oradan su sordular. Kilisedekiler dediler ki:

-Buradan 10 mil uzakta su vardır. Ordu gitmek istemişse de, hazret-i Ali, ''Oraya gitmeye lüzum yoktur ''buyurup, geri tarafda bir yeri işâret ederek orayı kazmalarını söyledi. Biraz kazdılar, büyük bir taş görüldü. Bütün uğraşmalara rağmen taşı kaldıramadılar. Hazret-i Ali ''radıyallahü anh'' atından inerek mübârek parmaklarını taşın altına sokup kaldırdı. Oradan saf, tatlı ve soğuk bir su çıktı. Ordu bu sudan içti ve kaplar dolduruldu. Kilisenin Râhibi uzaktan bu durumları gördü. Sevinç içinde hazret-i Ali'nin huzûruna gelip merakla sordu:

-Sizin peygamber olduğunuzu sanıyorum. Acaba yanılıyor muyum?

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim! Râhib hemen kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu. Hazret-i Ali, müslüman oluş sebebini sorunca, râhib dedi ki:

-Ey mü'minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Biz kitaplarımızda okuruz, âlimlerimizden de duyduk ki, burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştum. Hazret-ü Ali buyurdu ki:

-Allahü teâlâya hamd olsun! Bu râhib orduya katılıp, çok savaştı ve şehit olmak saâdetine kavuştu. Namazını hazret-i Ali kıldırdı. Kilisede câmi hâline getirildi.

RÜYADA KESİLEN DEVE


Arabistan'da cömertliği ile meşhur bir adam vefat etmişti.Yoldan aç dönen insanlar,kabrinin başına gittiler.

Aç olarak uyudular.İçlerinden birinin bir devesi vardı.O kimseye, rüyasında, kabirdeki kişi dedi ki:

Senin bu devenle benim en iyi devemi değiştirir misin?

-Evet değiştiririm, dedi.

O kimse rüyasında devesini, iyi deve karşılığında verdi.Mevta aldığı deveyi kesti.Uykudan uyanınca devesini kesilmiş buldular. Tencereyi getirip, pişirip yediler. Döndükleri zaman bir kervana rastladılar.Kervandan birisi, o devenin sahibine ismi ile hitap ederek dedi ki:

-Filan mevtadan,iyi bir deve satın aldın mı?

-Aldım, fakat o rüyada olmuştu.

-O mevta, benim babamdır. Ben de rüyada gördüm. Bana,''Eğer benim oğlum isen benim bu devemi filan kimseye ver'' dedi.Buyurun, alın devenizi!..

Müslümana yakışan, kanaat edip, haris olmamak ve servete sahip olduğu takdirde de başkalarını kendi üzerine tercih edip, cömertlik, hayrat ve hasenât, cimrilikten kurtulmaktır. Cömertlik, Peygamberlerin ahlâkı ve kurtuluşun ana yollarından biridir.

PADİŞAHIN SÜT KARDEŞİ


İstanbul'lu denizciler Boğaz’ın dört manevi bekçisi olduğuna inanırlar. Bunlar Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz’da Yuşa Aleyhisselam, Sarıyer’de Telli Baba ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi’dir.

Hâl böyle olunca Yahya Efendi’nin dergâhına denizciler sık gelir, giderler. İşte Karadeniz’de amansız bir fırtınaya yakalanan Apostol adlı Rum, zor anlarında “Aman Ya Rabbi!” der, “Şu sıkıntıdan bir kurtulayım, Yahya Efendi’nin dergâhına en pahalısından bir fıçı şarap...”

Eh, o telâşede Müslümanların şarap içmedikleri hatırına gelmez tabii. Yine aynı dalgınlıkla yüklenir fıçıyı gelir dergâha. Müridler bu işe bayağı bozulurlar. Hatta içlerinden ters ters bakanlar olur. Apostol yaptığı gafın farkına vardığında, çok geçtir. Tam fıçıyı açmakla, kaçmak arasında tereddütler geçirdiği anda Yahya Efendi görünür. “Aman efendim! Niye zahmet ettiniz.” der, “Hadi açın da misafirlerimizin ağzı tatlansın!” Garibim fıçıyı korka korka açar, ama içinden mis gibi nar şerbeti çıkar. Büyük veli onu mahçup etmez, hatasını, ama samimi hatasını kerametiyle örter. İşte bu müşfik tavır üzerine Rum gemici “Ey yol güneşi” der,” Vallahi senin dinin haktır!”

Yahya Efendi, Trabzon Kadısı Ömer Efendi’nin oğludur. O Kanuni Süleyman ile aynı günlerde doğar. Hatta minik şehzadeyi Yahya Efendi’nin annesi Afife Hanım emzirir. Hasılı ikisi süt kardeş olurlar.

Yahya Efendi balıkçıya, kayıkçıya bile kıymet verir, çoluk çocuğu muhatap edinir. Hâlimdir, selimdir, ama yeri geldiğinde Kanuni gibi bir cihan imparatoruna “Bakasın bre süt kardeş!” diye çıkışacak kadar yüreklidir. Nitekim günün birinde papazın biri atının yularına yapışır. “Bu da adalet mi yani?” der, “Doğru dürüst defter tutulmuyor, ölülerimizden bile haraç istiyorlar!” Yahya Efendi derhal sultana çıkar. “Yazıklar olsun” der, “Böyle ele geçen mal helâl değildir. Yediğin, içtiğin, sarayın, saltanatın, haram sana!”

Kânuni ağlamaklıdır. “Ağabey; halimi Allah biliyor ki bunlardan haberim yok!” diye sızlanır ve ikinci azarı yer “O halde gaflettesin. Allahü teâlâ’nın huzuruna çıktığında ne cevap vereceksin? Korkarım yakanı kafirlerin eline verecekler. Sürüm sürüm sürünecek, cehenneme itileceksin. Unutma tacın, tahtın, burada kalır, seni şöhretin değil, adaletin kurtarır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:52 am

PADİŞAHIN İŞİ NE? (NALINCI BABA)


Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam sivayuş paşa sorar
-Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var?
-Akşam garip bir rüya gördüm.
-Hayırdır inşallah.
-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
-Nasıl yani?
-Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılıgında çıkarlar yola.
Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir.
Seri ve kararlı adımlarla Beyazıt a çıkar döner Vefa ya Zeyrekten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır.
İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar.
Sorarlar ‘kimdir bu ? Ahali
Aman hocam hiç bulaşma derler Ayyaşın meyhuşun biri işte!
-Nerden biliyorsunuz?
-Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer
Biliyor musunuz? Der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalın hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine. Hele yaşlını biri çok öfkelidir. İsterseniz komşulara sorun der.
Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?
Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser
-Nereye?
-Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, öyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlasak gerek.
-İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
-Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
-Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-Basbayağı kaldırırız işte.
-Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini...
-Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
-Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
-Ne bilim Ayasofya dan Sülaymaniye den, en azından Fatih camiinden.
-Ayasofya ile Sülaymaniye de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.
Ve gelirler camiiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. padişah bakir kazanları vurur ocağa. usulü erkanınca bir güzel yıkarlar kinaaş ayan beyan güzelleşir sanki. bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır. sulatım der.
yanlış yapıyoruz galiba
-Nasıl yani?
-Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır belki yetimleri?
-Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar. Şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından.
Biliyormusun oğlum? diye dertli dertli söylenir.
!Bizim efendi bir alemdi vesselam.
Akşamlara kadar nalın yapar.
Ama birinin elinde şarap şisesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı.
Sonra getirip dökerdi helaya.
-Niye?
-Ümmeti Muhammed içmesin diye.
-Hayret
-Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım derdi. öyleyse şimdi dinleseniz gerek’ o çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal. Hüccetül islam okurdum.
-Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
-Milletin ne sandığı umrumda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi. tekbir alırken Kabe yi görmeli.
-Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
-İşte bu yüzden nişanca ya, sofular a uzanırdı ya. Hatta bir gün,,
-Bakasın efendi dedim! sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
-Doğru öyle ya?
-kimseye zahmetim olmasın deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu? dedim. seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun″ dedi. ‘Hem padişahın işi ne?
Allahü tealanın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammed e, halifeyi müslimine dua ederler. samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

İşte nalıncı baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendi dir. Bergama' lıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi unkapanında, cibali tütün fabrikasının arkasında, Haraçzade camii karşısındadır.

ONLAR BÖYLEYDİ


Birgün müslümanların halifesi Hazret-i Ömer, Eshâbın ileri gelenleriyle oturmuş sohbet ediyordu. Tam bu sırada iki genç huzuruna girdi. Kollarından sımsıkı tuttukları yakışıklı,mert tavırlı ve temiz giyinmiş bir genci Emir-ül mü'minine getirmişlerdi. Geliş sebeplerini şöyle anlattılar:

-Biz iki kardeşiz. Babamız bugün bahçede dolaşmakta iken bu genç tarafından öldürüldü. Hakkın yerine getirilmesi için size getirdik'' Hazret-i Ömer gence sordu:

-İşittin, ne cevap vereceksin? Delikanlı büyük bir vakar ve sükûnet içinde şu cevabı verdi:

-Ey mü'minlerin emiri! Bu iki genç doğru söylüyor.Fakat izin verirseniz, hadiseyi bir de ben anlatayım. O zaman,ne emir buyurursanız adâlet ondadır. Ben çölde yaşayan bir kişiyim. Ailemi almış buralara gezmeye gelmiştim.Tuttuğumuz yol, bahçelerin arasından geçiyordu Yanımda atlarım ve kısraklarım vardı. İçlerinde çok asil bir at vardı.Bahçelerden birinin duvarından sarkmış bir dalı kopardı. Derhal atı tutup çektim. Bu sırada duvar kenarında bir ihtiyarın öfkeli öfkeli gelmekte olduğunu gördüm. Elinde bir taş vardı. Taşı ata doğru attı.Gözüm bakmağa bile kıyamadığı o güzel hayvan da bir tarafa yığılıverdi ve öldü. Hemen taşı alıp ben de o adama attım. Eceli gelmiş, bir feryatla o da can verdi. Kaçmak istemedim değil, fakat bu delikanlılar benden atik davrandılar. Tutup işte huzurunuza getirdiler. Hazret-i Ömer buyurdu ki:

-Cinayetini itiraf ettin, sana kısas lâzım geldi. Bu cezayı yerine getirmemiz lâzım olur. Delikanlı aynı sükunetle şöyle cevap verdi:

-Madem ki, dinimizin hükmü budur, Halifemizin emrine itaat gerekir. Emre, boynum kıldan incedir. Ölüme hemen hazırım.Fakat benim küçük bir kardeşim var. Ölen babamız ona hayli mal, para ayırmış ve ''oğlum, şunlar kardeşinindir ve büyüyünceye kadar bunun muhafazası sana aittir'' demişti. Ben bu paraları bir yere sakladım. Benden başkası yerini bilmez. Eğer şimdi kısas yerine getirilirse, o para ortada kalır. Yetim hakkı zayi olur . Fakat üç gün müsade buyurursanız, gider o emaneti emniyetli bir adama teslim ettikten sonra döner gelir, nefsimi size teslim ederim. Bu hususta buna kefil de bulunur.Hazret-i Ömer, bir müddet düşündükten sonra:

-Kim bu gence kefil olur? buyurdu. Genç, bir an orada bulunanlara dikkatle baktı.Sonra Ebû Zer hazretlerini göstererek:

-İşte bu zat! dedi.

-Ey Ebû Zer, kefil olur musun?

-Evet üç güne kadar döneceğine kefilim, cevabını verdi. Kadrinin yüksekliği ile Eshâb-ı kirâm arasında bile üstün bir mevkii olan Ebû Zer hazretlerinin kefaleti davacılar için de kâfi idi. Aradan üç gün geçti.Mühlet bitmek üzereydi. Davacı gençler gelmişlerdi.Ebû Zer de hazırdı. Fakat delikanlı ortada yoktu. Davacı gençler:

-Ey Eba Zer,kefalet ettiğin şahıs nerede? Hiç giden gelir mi? Bizse nezrini ifa etmedikçe yerimizden kımıldamayız dediler.

Daha vakit var, hele müddet bitsin... Delikanlı dönmediği takdirde Allah hakkı için kefalet hükmünün icrasına hazırım, dedi. Hazret-i Ömer ise:

Delikanlı gelmezse Dinimizin hükmünü elbette infaz ederim, uygularım, buyurdu.Nihayet vakit dolmuş, Eshâbın hayret ve heyecanı son dereceyi bulmuştu.Tam bu sırada delikanlı çıkageldi.Yüzünden ter taneleri dökülüyordu.

-Yetimi dayısına teslim ettim, ona paraların bulunduğu yeri gösterdim ve ancak gelebildim.Görüyorsunuz hava çok sıcak ve yerimiz hayli uzaktır.Eshâb-ı kirâm, delikanlının sözünde durmasına hayran kaldılar ve bunu kendisine açıkladılar. Delikanlı:

-Mert olan hakiki Müslüman sözünde durur, diye cevap verdi.Kim ölümden kurtulur. Dünyada sözünde duran kalmadı sözünü söyletir miyim hiç? Mertliğin bu kadar parlak bir örneğini veren delikanlının ailesi ve kabilesi hakkında, Ebû Zer hazretlerinden bilgi soruldu.O büyük sahâbi şu cevabı verdi:

-Ben delikanlıyı tanımam. Halifemizin huzurunda ve birçok Eshâb-ı kirâm arasında yaptığı teklifi reddetmeyi mürüvvete, insanlığa uygun bulmadım. Âlemde fazilet, iyilik kalmamış mı denilsin?''Davacı gençler de, o dakikada davalarında vazgeçtiler. Devlet hazinesinden babalarının diyeti verilmek istenildiği zaman da;

Biz dünyada kerem sahipleri, cömertler kalmadı denilmemek için, sırf Allah rızası için davamızdan vazgeçtik,dediler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:54 am

ODUNCU İLE ŞEYTAN


Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah'a karşı kulluk vazifesini yapar, kimsenin akşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparalar, ondan medet beklerlerdi. Oduncu, bir gün: 'Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum' diye düşünerek Allah rızası için ağacı kesmeye karar verdi.

Dağa doğru giderken karşısına acayip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu:

- Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi.

Adam, oduncuya :

- Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı.

Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı.

Şeytan zahide:

- Ey zahid, sen beni öldüremezsin. Allah bana kıyamete kadar müsaade etmiştir. Fakat gel o ağacı kesme, seninle anlaşalım. Ben sana her gün bir altın vereyim, sen de ağacı kesmekten vazgeç. Hem el ağaca tapıyormuş, günah işliyormuş senin neyine gerek, altınını al işine bak, dedi.

Adam şeytanı bırakmıştı. Şeytan adama, akşam yatıp sabahleyin yastığının altına bakmasını söyledi ve anlaşarak ayrıldılar.

Adam ağacı kesmekten vazgeçip, evine dönmüştü.. Akşam yatıp sabahleyin yastığının altına baktığında altını gördü. Memnun olmuştu. İkinci gün oldu, fakat bu sefer şeytan altını koymamıştı. Adam kızıp baltasını aldığı gibi dağa ağacı kesmeye gitti. Fakat yolda yine şeytanla karşılaştı. Adam şeytana iyice kızmıştı. Görünce :

-Seni sahtekar seni, kandırdın değil mi beni?.. diyerek üzerine hücum etti.

Fakat ilkinin aksine bu sefer şeytan adamı tuttuğu gibi altına aldı. Adam şaşırmıştı. Bu nasıl hâl der gibi şeytanın yüzüne bakıyordu. Şeytan:

- Hayret ettin değilmi? Niçin bana yenildiğinin sebebini söyleyeyim: Geçen sefer sen Allah rızası için ağacı kesmeye gidiyordun. Seni değil ben, dünyadaki bütün şeytanlar bir araya gelsek yine yenemezdik. Lakin şimdi Allah rızası için değil de, sana altını vermediğim için kızdığından gidiyorsun. İşte o yüzden bana mağlup oldun ve sana ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim...

NERDEN GELİYORMUŞ


Bir gün Behlül Dana’ya nereden geldiğini soruyorlar. O da Cehennemden geldiğini söylüyor. Gitmişken biraz ateş getirseydin bari, diyorlar. İstedim ama vermediler. “Burada ateş bulunmaz, dünyadan gelirken herkes ateşini kendisi getirir” dediler diyor.

NASİHAT


Harun Reşit’in annesi Behlül Dana’ya gelerek Harun’a biraz nasihat et de adaletten ayrılmasın. Yoksa ahirette işi çok zor olacak diyor:
Behlül bir Harun Reşit’e, “Uygun görürseniz biraz dolaşalım diyor ve Onu mezarlığa götürüyor. Tek tek mezarları göstererek “Bak şu filanca idi, şu kadar malı vardı, şu kadar yıl yaşadı ve öldü. Şurada yatan da filanca idi, zamanının hükümdarı idi, şu kadar askeri, şu kadar da hazinesinde malı vardı. Şurada yatan kadın da zamanının en güzeli idi. Herkes ona sahip olmak için can atıyordu. Sonunda biri ile evlendi,şu kadar çocuğu oldu ve şu kadar yıl yaşadı. Bu ve benzeri yer gösterme ve değerlendirmenin ardından eve dönüyorlar. Harun Reşit’in annesi, bu günlerde hiç Behlül’le sohbet ettin mi, sana neler anlattı? diye soruyor. H.Reşit’in annesi tekrar Behlül’le gelerek, “Oğluma ne zaman nasihat edeceksin?” diye soruyor. O da ben Ona nasihat ettim. Birlikte mezarlığa gittik. Ona bazı geçmiş kimseleri hatırlattım. “Ölüm en büyük nasihattir. Eğer bunu anlamadıysa diğer söyleyeceklerimin de bir faydası olmaz” diyor.

NANKÖR ZENGİNİN İYİ KALPLİ KIZI


Bağdad’ı kıtlık kırıp geçiriyordu... Fakir bir hamal, içinde ekmek piştiği sokağa kadar yayılan kokudan belli olan evin kapısından seslendi :
- Allah rızâsı için birazcık ekmek... Günlerdir lokma girmedi ağzımdan.
Tandırın başındaki kadın, taze bir ekmeği kızına uzattı, “Ver şu fakire” dedi. Kızcağız ekmeği verdi hamala. Tam bu sırada dışarıdan gelen cimri babası, fakirin elinden ekmeği aldı ve elindeki sopayı öyle bir indirdi ki, kızının bileği burkuldu, eli de ondan sonra sakat kaldı...

Hayat inişli çıkışlıdır...
Dünya bu... Hayat inişli çıkışlıdır... Kısa zamanda bu cimri adamın işleri bozuldu, dükkanını kaybetti, hatta öyle bir hâle geldi ki, bir lokma ekmeğe muhtaç duruma düştü... Nitekim bir akşam eve gelmiş, kızcağızına da şu acı sözü söylemişti:
- Artık benden ümidini kes. Çarşıya in ve ekmek parası bul!
Kızcağız utana-sıkıla çarşıya indi... Sattıkları dükkanın karşısında beklerken, kendisini gören dükkandaki adam hemen yanına gelerek:
- Sen mâsum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada? diye sordu. O da:
- Ekmek alacak paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek üzere bekliyorum, derken, kızcağızın elinin birini arkasına saklaması dikkatini çekmişti adamın:
- Niçin saklıyorsun elini? dedi. Kızcağız anlattı bütün olanı biteni...

“O fakir ben idim!”
Bu açıklamayı dinleyen adam hayretler içinde kaldı ve dedi ki:
- O ekmeği isteyen fakir ben idim. Seni görünce “bana ekmek veren kıza ne kadar da benziyor” diye düşünmüştüm. Yanılmamışım. Baban, nimeti verene şükretmediği için Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip eyledi. Şimdi ise imtihan sırası bana geldi, ben aynı nankörlüğe düşmek istemem. Haydi gel, babandan seni isteyip nikâhımızı kıydıralım ve onu da sıkıntıdan kurtaralım...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:56 am

NAMAZ İÇİN FEDAKÂRLIK


Bursa, osmanlılara geçmeden önce, şehirde oturan rumlardan biri gizlice İslâm Dinini kabul etmişti. Bunun sebebini pek yakın bir dostu ruma sordu:

-Baba ve dedelerinin dinini nasıl olup da terkettin?

-Bir aralık esir edilen müslümanlardan bir tanesi benim yanıma bırakıldı. Bir gün baktım, bu esir kapatıldığı odada eğilip kalkıyordu. Yanına giderek ne yaptığını sordum.

Hareketleri bitince ellerini yüzüne sürdü ve bana namaz kıldığını, şâyet müsaade edersem her namaz için bir altın vereceğini ifâde etti. Ben de tamaha kapıldım. Gün geçtikçe ücreti artırdım.

Öyle oldu ki, her vakit için on altın istedim. o da kabul etti.

- İbâdeti için yaptığı fedakârlığa hayret ettim. Bir gün ona, ''Seni serbest bırakacağım'' deyince sevindi. Bana mükâfat için ellerini kaldırıp:

-''Allahü teâlâ seni imân ile şereflendirsin'' diye duâ etti. Çünkü, bundan daha güzel mükâfat olamazdı. Ben de, o anda müslüman oldum.

Namazdaki Ok

Hazret-i Ali, bir harpte iken, ayağına bir ok saplandı. Ok kemiğe girdiği için çıkaramadılar. Doktor, Hazret-i Ali'nin durumunu görünce dedi ki:

-Efendim, ancak seni bayıltmak suretiyle bu oku ayağından çekip çıkarabilirim. Yoksa bunun ağrısına dayanamazsın!

-Bayıltıcı ilâca lüzum yok. Biraz bekleyin, namaz vakti gelsin. Ben, namaza durunca çıkarırsın. Namaz vakti geldi. Hazret-i Ali namaza durdu. Doktor, Hazret-i Ali'nin mübârek ayağını yarıp, oku çıkardı, yarayı sardı. Hazret-i Ali, namazı bitirince doktora sordu:

-Oku çıkardın mı?

MİNNETTAR OLMAZLAR


Cömertliği ile meşhur olan birine sordular:

-Muhtaçlara çok ihsanda bulunuyorsun, acaba onlar sana minnettarlık hissi içinde bulunuyorlar mı? Cömert şöyle cevap verdi:

-Hiç biri bana minnettar kalmaz. Ya'ni, onlara o hissi verecek şekilde hareket etmem.Bir şey verirken kendimi aşçının elindeki kepçe gibi kabul ederim.Kepçenin öğünmeye, minnete sebep olmaya hakkı yoktur.

Meşhur Cömert

Cömertliği dillere destan olan Hâtim-i Tâi'ye dediler ki:

-Cömertlikte çok ileri gidiyor, malını israf ediyorsun.

-Ne kadar çok olursa olsun, hayra verilen mal israf olmaz.

-Senden daha çok cömertlik yapan bir kimseyi gördün mü?

-Evet gördüm.

-Kimmiş o?

-Anlatayım; Yetim bir gence misafir olmuştum. Bana bir koyun kesip ikram etti.Koyunun bir yeri çok hoşuma gitti. Yemin ederek, (Burası çok lezzetliymiş) dedim.Genç, dışarı çıktı. On koyunu varmış.Birisini daha önce kesmişti.Dokuzunu da şimdi kesmiş. Benim sevdiğim kısımları pişirip önüme getirdi.Ben olanların farkında değildim.Atıma binip giderken kapının önündeki kanları görünce sitemle sordum:

-On koyunun onu da kesilir mi?

-Sübhanallah, bunda şaşılacak ne var? Bir şey sizin hoşunuza gitmiş. Bunu yapmak da benim gücüm dahilindedir.Bunu sizden esirgemem hiç uygun olur mu? Bunu dinleyen arkadaşları tekrar sordular:

-Yetim gencin ikramına karşılık siz de ona bir şey verdiniz mi? Hâtim-i Tâi dedi ki:

-Verdim, ama pek mühim sayılmaz.

-Ne verdiniz?

-Üçyüz deve ile beşyüz koyun.

-O halde sen ondan daha cömertsin.

-Hayır, o genç benden daha cömerttir. Zira o koyunların tamamını verdi. Ben ise malımın çok azını verdim. Bir fakirin, yarım ekmeğinin tamamını misafirine vermesi mi mühimdir. Yoksa bir zenginin sürüsünden bir deveyi misafirine ikram etmesi mi?

MERHAMETİN BÖYLESİ


Sevgili Peygamberimizin komşusu olan bir ihtiyar kadın vardı. Kızını Resûl aleyhisselâma gönderdi:''Namaz kılmak için örtünecek bir elbisem yok.

Bana, namazda örtünecek bir elbise gönder'' diye yalvardı.Resûlullahın o anda başka elbisesi yoktu.Mübârek arkasındaki entariyi çıkarıp, o kadına gönderdi.

Namaz vakti gelince, elbisesiz mescide gidemedi.Eshâb-ı kirâm, bu hali işitince, Resûlullah o kadar cömertlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemâate gelemiyor, biz de her şeyimizi fakirlere dağıtalım, dediler.

Allahü teâlâ hemen İsrâ sûresinin yirmidokuzuncu âyetini gönderdi.Önce Sevgili Peygamberine, (hasislik etme, birşey vermemezlik yapma!) buyurup, sonra da, (Sıkıntıya düşecek ve namazı kaçıracak, üzülecek kadar da dağıtma! sadakadan ortalama davran) buyurdu. O gün, namazdan sonra Hazret-i Ali, Resûlullahın yanına gelip:

-Yâ Resûlallah! Bugün çoluk çocuğuna nafaka yapmak için sekiz dirhem gümüş ödünç almıştım. Bunun yarısını size vereyim.

Kendinize entari satın alınız, dedi. Resûl aleyhisselâm çarşıya çıkıp, iki dirhem ile bir entari satın aldı. Geri kalan iki dirhem ile yiyecek almaya giderken, gördü ki, bir âmâ oturmuş:

-Allah rızası için ve cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir, diyordu. Almış olduğu entariyi bu â'mâya verdi. A'mâ entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resûl aleyhisselâmın mübârek elinden geldiğini anladı.

Çünkü Resûlullah Efendimizin bir kere giydiği herşey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A'mâ duâ ederek:

''Yâ rabbi, bu gömlek sahibinin hürmetine benim gözlerimi aç!'' dedi. İki gözü hemen açıldı. Resâlullahın ayaklarına kapandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
hasan8861
Tuggeneral
Tuggeneral
hasan8861


Erkek
Mesaj Sayısı : 527
Yaş : 35
Location : eskişehir- gebze arası
Kayıt tarihi : 04/11/07

Character sheet
Field:
HİKAYELER Left_bar_bleue2/2HİKAYELER Empty_bar_bleue  (2/2)

HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: HİKAYELER   HİKAYELER Icon_minitimePaz Kas. 11, 2007 1:57 am

MELEKLERDE İMRENİR


Sevgili Peygamberimiz,Allah sevgisinden konuşulan, dinden bahsedilen yerlere meleklerin de imrendiğini şöyle bildiriyor:

(Allahü teâlânın yeryüzünde gezen melekleri vardır. Dinden bahsedilen bir topluluk gördükleri zaman arkadaşlarını çağırıp derler ki:

-Gelin aradığımız buradadır.

-Hepsi gelip rahmetle onları kuşatırlar. Allahü teâlâ onlara sorar:

-Kullarımı ne halde bıraktınız?

-Sana hamd, tesbih ve zikir ediyorlardı.

-Benden ne istiyorlardı?

-Cenneti istiyorlardı.

-Cenneti görmüşler mi?

-Hayır görmediler

-Ya görselerdi ne yaparlardı?

-Cenneti görselerdi daha çok isterlerdi.

-Neden kaçıyorlardı?

-Cehennem ateşinden.

-Cehennem ateşini görmüşler mi?

-Hayır görmediler.

-Ya görselerdi?

-Onu görselerdi, daha fazla korkar. Daha fazla kaçarlardı.

-Ey meleklerim, sizi şahit tutuyorum, ben onları bağışladım.

Melekler dediler ki:

-Onların içinde birisi, ilim öğrenmek veya ibâdet niyeti ile değil, başka bir iş için gelmişti, o da mı af edildi?

Allahü teâlâ buyurur:

-Onlar öyle bir cemâat ki, onlarla oturan bir kimse şaki olmaz, Cehenneme gitmez.

Bu müjdeye kavuşmak için, birkaç kişi toplanınca, zaruri din bilgilerinden konuşmak, okumak lâzımdır. Fırsatı ganimet bilmelidir.

MELEKLER YIKADI


Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretlerinin henüz yeni evlendiği günün gecesiydi. Sevgili Peygamberimiz, eshâbını toplayarak islâma saldırmak ve yok etmek için bütün savaş hazırlıklarını tamamlayan Mekkeli müşriklere karşı harp yapılması kararını vermişlerdi. Harbe katılacak sahâbiler tek tek evinden çağırıldı. Harp haberini duyuran haberci, Hanzala'nın evine uğradı. Bu karar ve resûlullah Efendimizin emri ona da ulaştı. Emri duyan Hanzala, boy abdesti alma fırsatını bulmadan Uhud'a gitmek üzere hemen sahâbenin arkasından koşmaya başladı ve eshâbının arasına katıldı.

Harp sona erince Müslümanlar Medine'ye dönmeye başladılar. Harbe iştirak edenlerin yakınları acaba bizden geriye dönen olacak mı heyecanı içerisinde yollara sıralanmışlardı. Bunların arasında henüz bir günlük evli olup, gece yarısı sevgili peygamberimizin emrine uyarak harbe giden ve şehitlik şerbeti içen hazreti Hanzala'nın dul hanımı da vardı.Herkes büyük bir heyecanla harpten dönenlere yakınlarını soruyor, fakat hiç kimse kimseye cevap vermiyordu. Ancak sorulan soruları sevgili peygamberimiz''aleyhisselâm'' cevaplıyordu. En son olarak soru sorma sırası, şehit olan Hanzala'nın hanımına gelmişti. Resûlullah Efendimize yaklaşarak:

-Ey! Allahın Resûlu! Hanzala nerede, demesi üzerine sevgili peygamberimiz cevabında:

-''Hanzala şehit oldu'', buyurdu.

Bunun üzerine Hanzala'nın hanımı:

-Yâ Resûlullah, şu anda söyleceğim bir aile sırrıdır. Sizler de biliyorsunuz ki, kocamla daha henüz ilk evlendiğimiz geceydi. Kocam Hanzala, sizin mübârek emrinize uyarak boy abdestini alamadan harbe katıldı. Bildiğiniz gibi şehit oldu. Bu sebeple, emir veriniz de kocamı bulsunlar ve yıkasınlar, dedi. Bunun üzerine sevgili peygamberimiz yarı hüzünlü bir şekilde (sen Hanzala için hiç merak etme! Ben Hanzala'yı rahmet suları ile melekler tarafından yıkanırken gördüm) buyurdu.Bunun üzerine bütün sahâbiler Uhud yolunu tuttu ve herkes Hanzala'yı aramaya başladı. Daha sonra sahâbiler Hanzala'nın henüz vücûdu kurumamış ve ıslak bir şekilde buldular. Sevgili peygamberimizin müjdesini bizzat gözleriyle gördüler. Bunun için O'na ''Gasilül- melâike'' yani (Meleklerin gusül ettirdiği Hanzala'' denir. Bu evlilikten Eshâbın büyüklerinden hazret-i Abdullah dünyaya geldi.

MELEK VE ŞEYTAN


Eshâb'ı kirâmdan Dıhye-i Kelbi, çok güzeldi. Seferlerden gelişinde Hazret-i Hasan ve Hüseyne hediyeler getirirdi ve onları sevindirirdi.

Cebrâil aleyhisselâm çok defa onun şeklinde Resûlullah'a gelirdi. Yine bir gün, bu şekilde geldiğinde hazret-i Hasan ile hazret-i Hüseyin, Dıhye zannedip yanına koştular, ceplerine ellerini sokup birşey bulamadılar. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:

-(Ey Cebrâil kardeşim! Torunlarımın bu hareketini kabalık ve edepsizlik zannetme! Onlar seni Dıhye sandılar. Dıhye ne zaman gelse hediye getirirdi. Bunları böyle alıştırdı..)

Cebrâil aleyhisselâm bunu duyunca çok üzüldü ve ''Dıhye, bunların yanına hediyesiz gelmiyor da, ben nasıl gelirim'' deyip, hemen Cennet ni'metlerinden bir salkım üzüm ile bir narı getirip çocuklara verdi. Çocuklar hediyelerini alıp, Mescidin bir kenarına çekilip, yiyecekleri sırada Mescidin kapısına ihtiyar, aksakallı, elinde baston, toz toprak içerisinde biri geldi ve dedi ki:

-Açım, yiyicek birşey verin. Hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin ellerindeki meyveleri götürüp verirken, Cebrâil aleyhisselâm ayağa kalktı ve:

-''Vermeyin o mel'ûna! O şeytandır. Cennet ni'metleri ona yasaktır. Def ol, oradan!'' buyurup şeytanı kovdu.

KONUŞMA ÖNCELİĞİ


Halife Ömer b. Abdulaziz’i ziyarete gelenler arasında bulunan bir genç arkadaşları adına söz almak isteyince, Halife;
-Senden yaşlıları dururken senin konuşman doğru olur mu? Diye sordu. Genç;
-Allah’ın kendisine açık bir dil ve temiz bir kalp verdiği konuşmaz da kim konuşur? Konuşmak ve öne geçmek hakkı yaşlıların olsaydı, sizin şu tahtınıza oturacak bir çok ihtiyar bulmak mümkün olurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cprogramlama.yetkin-forum.com
 
HİKAYELER
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Her Yönüyle C :: İslam Ve Ahlak-
Buraya geçin: